Afrika’da bile azaltılan HIV oranı Doğu Avrupa, Rusya ve Türkiye’de artıyor
GenelÖzlem YURTÇU KARABULUT - Erdi DEMİR / İSTANBUL, (DHA)- TÜRK Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, bir zamanlar HIV pozitiflik oranının neredeyse yüzde 50’lere ulaştığı Sahra Altı Afrika’da bile Birleşmiş Milletlerin yoğun kampanyaları ile vaka sayılarının düşme eğilimine girdiğini, HIV yayılım hızının da düştüğünü, ancak Doğu Avrupa, Rusya ve bazı Asya ülkeleri ile Türkiye’de yükseliş trendinin halen devam ettiğini söyledi. Prof. Dr. Yavuz, ülkemizde damgalanma korkusunun önüne geçilemediğini kaydederek HIV / AIDS’in sadece belli bir gruba ait bulaşıcı bir hastalık olarak algılanmasının buna yol açtığını vurguladı ve ülkemizde aralarında bin 500’e yakın çocuğun da olduğu 40 bin kişinin HIV ile yaşadığını kaydetti.
1 Aralık Dünya HIV / AIDS Günü nedeniyle Demirören Haber Ajansı'na önemli açıklamalarda bulunan Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, yürütülen kampanyalar ve bilinçlendirme çalışmalarıyla enfeksiyonun en çok görüldüğü Sahra Altı Afrika'da dahi pozitiflik oranının düşme eğilimine girdiğini, ancak Doğu Avrupa, Rusya ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu coğrafyada, özellikle pandemi sonrası süreçte pozitif vaka sayısının artış trendinin devam ettiğini söyledi. Pandemiyle beraber HIV /AIDS'e yönelik bilinçlendirme ve mücadele kampanyaları ile buna ayrılan bütçelerin kesintiye uğradığını da vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, Türkiye'de 40 bine yakın HIV pozitifliği belirlenmiş birey olduğunu, toplumdaki önyargıların aksine HIV'in sadece belli marjinal gruplara özgü bir enfeksiyon değil, anneden geçişlerle çocuklara dahi bulaşabilen bir hastalık olduğunu kaydetti. Türkiye'de bin 500'e yakın çocuğun HIV pozitifle takip edildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yavuz, “1 Aralık, 1988 yılından beri HIV / AIDS’e dikkat çekmek için toplantıların yapıldığı bir gün olarak değerlendiriliyor. Hastalığın ilk kez 1981 yılında tanımlanmasından sonra çok ciddi sayıda ölümlere neden oldu. 40 yılda yaklaşık 50 milyon kişi hayatını kaybetti ki, veba salgınları kadar yüksek sayıda insan HIV / AIDS yüzünden öldü" dedi.
“İLAÇ VAR TEST VAR AMA VAKALARI YAKALAYAMIYORUZ"
HIV ile mücadelede son yıllarda özellikle Afrika’da ciddi başarılar elde edildiğine değinen Prof. Dr. Yavuz, ülkemizde halen devam eden artış trendinin ise kampanya ve bilinçlendirme çalışmalarındaki yetersizlikle ilgili olduğunu kaydetti ve “Biz etkili ilaçları getirdik evet, gerçekten bütün hastalarımıza geri ödeme kapsamında da ilacı hemen başlayabiliyoruz. Ama bulaşıcı hastalıkla mücadele, bu hastaları bulmaktan geçiyor. Onları etiketlemeden bu enfeksiyonla mücadele etmek gerekiyor. Toplumsal önlemlerin, eğitimlerin alınması konusunda geri kalıyoruz. Buraya hem kaynak ayrılması lazım hem de ulusal kampanyalar şeklinde çalışmalar yapmak lazım" diye konuştu.
“GERÇEK SAYILAR BİLİNENİN 3-4 KATI"
Türkiye'de 2000’li yıllara kadar yılda 100-200 vaka görülürken, 2010’lardan itibaren bu sayının binleri geçtiğini, 2017'den itibaren de yılda 4 binlere çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, “Her ne kadar vaka sayılarının şu an yıllık 4 binlerde olduğu değerlendirilse de, toplamda 40 bin kişinin HIV pozitifle yaşadığı ve bunların da bin 500'ü 18 yaş altı çocuk olduğu düşünülüyor. Asıl rakamların bunun 3-4 katı kadar olduğu tahmin ediliyor. Bu artış hızı ile devam ederse, 20-30 yıl sonra çok ağır koşullara neden olabilir ülkemiz açısından" dedi. Pandeminin bitmesiyle birlikte kendi kliniklerine başvuran hasta sayısındaki artışa da değinen Prof. Dr. Yavuz, şunları söyledi: “Gerek bizim enfeksiyon hastalıkları kliniğimize gerekse yakın çevremiz ya da derneğimiz üyesi olan gruplardan aldığımız bilgilere göre pandemiden sonra artışın devam ettiğini gözlüyoruz" ifadelerini kullandı.
“ERKEN TANI HEM KİŞİNİN, HEM TOPLUMUN HAYATINI KURTARIR"
HIV enfeksiyonunun hiçbir şekilde belli gruplarla ilişkilendirilmemesi gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu hastalık sadece şu grup insanlarda görülür, başkasında görülmez, böyle bir şey yok. Bu, bulaşıcı bir hastalık. Çocuklara dahi bulaşabiliyor. Şu an Türkiye'de hızlı bir artış olduğunu bütün otoriteler kabul ediyor. Üstelik bu artış, elimizde çok etkili ilaçlar, tanı yöntemleri varken ortaya çıkıyor. Bunu kabul etmememiz gerekir. Bir kere ayrımcılık ve etiketlenme korkusu çok büyük engel. İnsanların teste gitmesindeki en büyük bariyerlerden biri bu. HIV enfeksiyonu, hiç semptom vermeden yıllarca vücutta gizli kalabiliyor. Ama bu sırada vücudun bağışıklık hücrelerini enfekte ettiği için, ilerleyen yıllarda, normalde başka insanlarda hiç hastalık yapmayan etkenlerle, ciddi enfeksiyonlar yaşamaya başlıyorlar. Çünkü bağışıklık hücrelerini öldürüyor virüs. Test yaptırmaya özendirecek çalışmalar yapmazsanız virüsün gizli kaldığı dönemlerde bu kişileri çok yakalayamıyorsunuz. Ne zaman bu kişilerin pozitif olduğu ortaya çıkıyor? Ancak kişi, bu sözünü ettiğim enfeksiyonlarla sağlık bakımına başvurduğu zaman yakalayabiliyorsunuz. Böyle olunca ileri evrede tedavi başarısı daha zorlaşıyor. Oysa erken dönemde tanıyı koyup etkili tedaviye başlarsak, bu kişilerin sağ kalım süresi de normal insanlardan farklı olmuyor. Yani diyabeti, tansiyonu olan bir hasta nasılsa, o şekilde hayatını etkili tedavi ile birlikte yürütebiliyor. Diğer önemli tarafı da toplumsal boyutu. Aradaki o 8-10 yıllık gizli kaldığı dönemlerde HIV pozitif bireyler enfeksiyonu başkalarına bulaştırabiliyor. Çünkü kendisi de bilmiyor zaten. Dolayısıyla biz aslında gizli vakaları yakalayarak hem hastanın kendi hayatını kurtarmış oluyoruz, hem de diğer insanlara bulaşmasını engelleyerek toplumda enfeksiyonun kontrolünü sağlayabiliyoruz." (DHA)
(FOTOĞRAF)
İlginizi Çekebilir