© Baykuş Haber

Ankaranın tarihi hanları geçmişe bir pencere açıyor

PROF. DR. YAVUZ, İHA MUHABİRİNE YAPTIĞI AÇIKLAMADA, ANKARA'NIN SIRADAN BİR ŞEHİR OLMADIĞINI, DİLE GETİREREK, “ANKARA'NIN BİNLERCE YILLIK BİR TARİHİ VAR. BU TARİHİ GALATLAR'DAN, SİLİFKE'DEN, ROMALILARDAN DEVAM ETSE DE DAHA SONRA AHİ CUMHURİYETİ'YLE BERABER Kİ AHİ CUMHURİYETİ DÜNYADAKİ İLK CUMHURİYET YÖNETİMİ GİBİ HEP BABADAN OĞULA GEÇEN BİR YÖNETİMİ YOKTUR. BU YÜZDEN CUMHURİYET OLARAK KABUL EDİLMEKTEDİR. OSMANLI YÖNETİMİ, SELÇUKLULARIN VARLIĞI TÜM BUNLARIN HEPSİ ANKARA'YA ÇOK ZENGİN BİR TARİH BÖLGESİ OLARAK ORTAYA ÇIKARTMIŞTIR” DİYE KONUŞTU.

Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ve Yazar Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz, binlerce yıllık bir tarihe sahip olan Ankara’daki hanların hem mimari açıdan hem de fonksiyon açısından çok değerli ve önemli olduklarını söyledi.


Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ve Yazar Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz, “Türk Yurdu Ankara” adlı 2 ciltlik eseriyle binlerce yıllık tarihe sahip olan Ankara’nın tarihi ve kültürel mirasına ışık tutuyor. Prof. Dr. Yavuz, kitabına ilişkin İHA muhabirine yaptığı açıklamada Ankara’nın sıradan bir şehir olmadığını dile getirerek, “Ankara’nın binlerce yıllık bir tarihi var. Bu tarihi Galatlardan, Silifke’den, Romalılardan devam etse de daha sonra Ahi Cumhuriyeti’yle beraber, ki Ahi Cumhuriyeti dünyadaki ilk cumhuriyet yönetimi, hep babadan oğula geçen bir yönetimi yoktur. Bu yüzden cumhuriyet olarak kabul edilmektedir. Osmanlı yönetimi, Selçukluların varlığı tüm bunların hepsi Ankara’yı çok zengin bir tarih bölgesi olarak ortaya çıkartmıştır” diye konuştu.



“Devletler tarafından bunların finanse edildiğini görüyoruz”


Türk tarihindeki hanlara değinen Yavuz, “Hanlar Türklerin bulunduğu toprakların tamamında, Kırgızistan’da da görebiliyorsunuz, Özbekistan’da da görebiliyorsunuz, Türkmenistan’da görebiliyorsunuz, Azerbaycan’da yine var. Türklerin geleneksel hem misafirperverliğinden hem de yolcuları korumakla ilgili o dönemlerin bir gereği olarak yapılmış olan şeyler. Genellikle devletler tarafından bunların finanse edildiğini görüyoruz. Tabii yerel yönetimlerdeki paşaların, valilerin de çok ciddi katkıları var. Buralar hep kervan yolları üzerine çoğunlukla. İpek Yolu üzerinde kervanlar geçerken bir gün içinde ne kadar mesafe kat ederlerse, sabah çıktıklarında akşam varacakları mesafeye göre ayarlanarak hanlar yapılmış. Bu aslında son derece müthiş bir planlamayı gösteriyor” dedi.



“Türk topraklarında misafirperverliğin bütün seyahatnamelerde son derece önemli olduğunu görüyoruz”


Hanların insanları dışarıda emniyetsiz olarak bulundukları ortamlarda korunduklarını ve yorgunluklarını atmaları, ihtiyaçlarının karşılanması için önemli yerler olduğunu söyleyen Yavuz, “Türk topraklarında misafirperverliğin bütün seyahatnamelerde son derece önemli etkiler yaptığını ve kayda geçtiğini görüyoruz. Bir sosyal olgu, sosyolojinin temellerinden bir tanesi. Hem Anadolu’nun her tarafında, İpek Yolu üzerinde hem de diğer yerlerde mesela Konya’da, Aksaray’da, Malatya’da, Van’da, hatta Kuşadası’nda çok yerde kervansaray ve hanların olduğunu görüyorsunuz. Müthiş yapılar. Yani hem mimari açıdan çok değerliler hem gördükleri özellikle fonksiyon açısından önemliler” şeklinde konuştu.


Ankara’daki hanların kullanıldığı sürece ayakta kalacağını belirten Yavuz, “Sağlam temel yapılmış olsa da kullanılmayan binaların yok olduğunu, yıkıldığını zaman içinde görüyoruz. 50, 60 yıllık bir binanın hala içinde yaşayanlar varsa sağlam kaldığını ama kullanılmayan binaların 5 yıl, 10 yıl sonra harabeye döndüğünü hepimiz zaten tespit ettik. Hanımların oralarda çalışıyor olması, onların ayakta kalması açısından önemli. İkincisi kadınlarda bir istihdam konusudur, bu da önemli kadınların ekonomiye katkılarını gösterir. Sadece devletin ekonomisi değil, aile ekonomisi olarak da bunun önemli olduğunu görüyoruz. El sanatlarımız yaşam açısından da son derece önemlidir” dedi.


Cumhuriyetin 100’üncü yıl dolayısıyla bir kültürel hazırlık yapmak istediklerini söyleyen Yavuz, “Burada da bizim önümüze çıkan ilk konu başkent Ankara’yla ilgili bir hazırlık yapmaktı. Biliyorsunuz 1911’den beri yayınlanan bir Türk Yurdu dergimiz var. Türkiye’nin en eski değerlerinden bir tanesi. Türk Ocakları da yine en eski sivil toplum örgütü, Cumhuriyetimizi kuran unsur. Atatürk’ün bu teşkilatın içinde faaliyetlerde bulunduğu, desteklediği ve ocağı sürekli olarak tütsün diyerek de duada bulunduğu bir yer. Bizim kuruluşundan beri Ankara ile ilgili yazıların olduğu dergilerimiz vardı. Oradaki yazıları toplamayla başladık ve çok güzel bir kitap çıktı ortaya” diye konuştu.



“İçinde derya deniz bilgiler var”


"İnsanların Ankara’yı değerlendirmelerini isterim" diyen Yavuz, “Yazdığımız kitapları mutlaka arayıp bulmalarını ve okumalarını tavsiye ederim. Çünkü içinde derya deniz bilgiler var. İnsan okudukça ben neleri kaçırmışım diyebiliyor” şeklinde konuştu.



“Mahkum kadınların esareti bizim özgürlüğümüz oldu”


El sanatçısı Nilgün Akçay, atölyede emeklilik hobisini gerçekleştirdiğini ve var olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadığını belirtti. Akçay, “Pilavoğlu Han’da olmak da çok önemli bence. Çünkü burası tarihi açıdan kadın ve çocuk hapishanesi olarak yapılmış, 1840 yılında kullanılmış. Hep buraya geldiğimde şunu düşünüyorum; buradaki mahkum kadınların esareti bizim özgürlüğümüz oldu ve burada muhtelif atölyeler var. Herkes bir şeyler yapıyor. Yani amaç satış değil, burada bir şeyler üretmek. Burada çini yapıyorum, rölyef yapıyorum, cam boyama, keçeyle uğraşıyorum, zaman zaman workshoplar yapıyorum. Yani emekli olduktan sonra burada bulunmak, bir şeyler üretmek, işe yaradığınızı hissetmek bunlar çok önemli şeyler benim için” ifadesine kullandı.



“Çok eski bir şeye ikinci bir yaşam veriyorsunuz”


Ankara Kalesi’nin güzel bir yer olduğunu, alışveriş merkezlerinin daha baskın olduğunu ama insanların hanlara dinlenmek, hoş vakit geçirmek için geldiğini söyleyen Gülşan Kısa ise, “Eşim Yusufelili, Arsistli. Orada sular altında kaldı biliyorsunuz barajda bazı köyler. Orada barajın altında kalan ahşapları getirdim ben, onları işliyorum, onlara yeniden can buldurdum. İşlerken vakit nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Çok eski bir şeye ikinci bir yaşam veriyorsunuz. Kaybolmaya yüz tutmuş bir şeyin tekrar canlanması çok güzel” dedi.



“Unutulmaya yüz tutmuş sanatları aktarmaya çalışacağım"


El sanatlarına çocuk yaşından beri ilgi duyduğunu ve emekli olduktan sonra hobi olarak başladığı el sanatlarını meslek edindiğini belirten Aliye Şahinkaya, “Mine sanatı 1800’lü yıllardan bu yana yapılan kadim bir sanat. Sıcak mine, emay olarak da biliniyor. Altın, gümüş ve bakır üzerine mine tozlarıyla yapılan bir sanat. Değişik teknikler uygulanarak, 750-800 derece fırında pişirilerek camsı bir yüzey alıyor. Bununla ilgili çok değişik çalışmalarım devam ediyor, tecrübe ediniyorum. Aynı zamanda hocalarımdan ders alıyorum. Dünyanın dört bir tarafında yapılan bir sanat ama bunu canlı tutmaya ve unutulmaya yüz tutmuş sanatları aktarmaya çalışacağım. Önümüzdeki zamanlarda öğrencilere dersler vererek yapmayı düşünüyorum” şeklinde konuştu.



“Renklerin kadınıyım diyebilirim, siyah beyaz bende yok”


25 sene el sanatlarıyla ilgilenen Ayşegül Somuncu da, “Sevmeden yapılacak bir iş değil. Hani süpermarkete gidersiniz alırsınız, kasada para öder çıkarsınız, burası öyle değil. Aslında matematikçiyim. İnanın matematik bu işte bile çok işime yarıyor. Çünkü bir tel diyelim, bir telin belki 100 rengi var, bir telin 5 ayrı kalınlığı var. Düşünün yani buradan bir kombinasyon nasıl çıkıyor. Bir kristalin binlerce rengi var. Zaten şöyle söyleyeyim, ben biraz da kalan malzemelerim neyse oradan bir şey çıkartabiliyorum. Yoksa işte gideyim şuradan pembeyi alayım, buradan yeşili alayım, dal dal keseyim, yeni ürünleri alayım birleştireyim yok. Renklerin kadınıyım diyebilirim, siyah beyaz bende yok yani. Renklerle oynamayı çok seviyorum” diye konuştu.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER