© Baykuş Haber

“Bir kültür diplomasisi kuralları çerçevesinde, Türkçe ciddi bir ehemmiyet arz ediyor”

İSTANBUL, (DHA) - Akdemistanbul Dil Eğitim Kurumları Genel Müdürü Dr. Muhammed Ağırakça, Türkçenin son yıllardaki gelişimi ve kültürel diplomasi faaliyetleri ile ilgili açıklamalarda bulundu. Ağırakça, “Farklı toplumlar üzerinde kamuoyu oluşturma ve bir kültür diplomasisi kuralları çerçevesinde yakınlaşmak bağlamında, Türkçenin bu anlamda ciddi bir ehemmiyet arz ettiğini görüyoruz” dedi. Dr. Ağırakça, ”Özellikle Türkçenin dünya genelindeki yaygınlaşma serüvenine baktığımız zaman 1990’lardan itibaren Türkçenin dünya genelinde bir yaygınlaşma içinde olduğunu görüyoruz. Aslında ülkemiz iktisadi olarak bir refah aldığı dönemde, bir anlamda kültürel refahlaşma da arkasından geliyor. Yani toplumlarda temel ihtiyaçlar tamamlandıktan sonra belki kültür hayatı, sanat hayatı, dil eğitimi ile alakalı çalışmalar dünyada da bir yaygınlaşma arz ettiğini düşünüyorum.  Türkiye’de de ülkenin 1923’te yeniden kurulması, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş süreci, bir harf inkılabı yaşanması, harf inkılabından sonra dilin yapısının oturması, yaygınlaşması gibi bu tarz kavramlar bu tarz süreçler aslında belki Türkçenin dünya genelinde alfabe olarak da değişimiyle beraber yaygınlaşması yönünde belki bir dönem bir engel oluşturmuştur çünkü yeni bir alfabe, yeni bir edebiyat, yeni dönem Türkçesi. Özellikle 1990’larla birlikte dünyanın dört bir tarafından Türklerin dünyaya da eğitim için gitmeleri, yüksek lisans ve doktora çalışmaları için gitmeleri ile beraber eğitim dünyasında, kültür dünyasında bir “Türkiyeö algısı oluşmaya başladı. Yine bu çerçevede yurtdışından öğrenciler ilk defa bu dönemlerde gelmeye başladı” diye konuştu. FİLMLER, DİZİLER TÜRKÇENİN YAYGINLAŞMASINDA EN TEMEL ETKİLER 2000’li yıllara geldiğimiz zaman Türkiye’nin  dünyada eğitim sektöründe, kültür dünyasında varlığını görmeye başladıklarını söyleyen Dr. Ağırakça, ”Tabii bunu hem Türkçe dil eğitimleri bağlamında düşündüğümüz gibi aynı zamanda Türk kültürü ve Türk edebiyatının yaygınlaşması olarak da düşünüyoruz. Özellikle bizim kamu diplomasisi diye tabir etmiş olduğumuz yani normal diplomasi kanallarımızın dışında, siyasi diplomatik unsurların dışında, halkların birbirleri üzerindeki etkisini kültür ve sanat edebiyat üzerinden, farklı toplumlar üzerinde kamuoyu oluşturma ve bir kültür diplomasisi kuralları çerçevesinde yakınlaşmak bağlamından Türkçenin bu anlamda ciddi bir ehemmiyet arz ettiğini görüyoruz. Yine Türkçenin yaygınlaşması, ivme kazanması özellikle Türkiye’deki yurt dışından Türkiye’ye gelen göçmen bir nüfusun Türkiye’de almış olduğu, karşılık görmüş olduğu karşılama düzeyi ve onların burada kalma süreçleri buraya geliş gidiş trafiklerinin artması, ülkemizin bir anlamda zaten var olan kritik bir jeopolitik durumunun üzerine bunun üzerinden bir yabancı trafiğin eklenmesi ve buradaki gelen trafiğin de doğal olarak Türkçeye kullanması bir aktördü. Yine son olarak belki turizm faktörü söylenebilir. Ülkemiz gerçekten gerek doğal güzellikleri gerek tarihi mekanları ile büyük bir turizm merkezi. Dünyada en çok turist alan ülkeler içerisinde. Artık eskiden sadece turizm olarak görülen şey bugün kültür turizmi ile beraber gelen insanların Türkçe ilgisini de oluşturmaya başladı. Bu da Türkçeye her geçen gün dünya genelinde bir ivme kazandırdı. Birde Türk sinema sektörünün Türk dizi sektörünün dünyada adeta büyük bir trend olması yani bizim 1990’lı yıllardaki Latin Amerika’dan esen rüzgârın, Türkiye özeli ya da dünyaya esen rüzgarın, 2000’li yıllarda Türk sinemasının ve Türk filmlerinin, Türk dizilerinin dünyada yaygınlaşması elbette ki Türkçenin yaygınlaşmasında en temel etkiler” ifadelerini kullandı. Dr. Muhammed Ağırakça, ”Aslında şunu okuyabiliriz yani biz kültürel diplomasi dediğimiz zaman sivil bir alandan bahsediyoruz yani resmi bir kanalla bir diplomasi değil de birbirlerini seven, Türkiye’nin sevdalısı, Türkiye sevgisini kalbinde yaşamış farklı milletlerden insanlar. Biz bugün aslında bunu fiili olarak belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde en fazla yaşadığımız dönem. Zira bakıyoruz Türkiye’de bir afet oluyor, bir deprem oluyor dünyanın dört bir  tarafından insanlar Türkiye için dua ediyorlar, Türkiye için iyi niyet temennilerinde bulunuyorlar, Türkiye’yi seviyorlar, Türkiye’deki olayları takip ediyorlar, Türkiye’deki gelişmeleri takip ediyorlar yani aslında bunların özünde de Türkiye’de okumuş insanlar kendi ülkelerine dönmüş Türkiye bursları denen özel bir imkandan faydalanarak burada okuduktan sonra kendi ülkelerine dönmüş insanların büyük bir katkısını görüyoruz” dedi. Dr. Ağırakça, ”Entegrasyon kelimesini çok önemseyen birisiyim çünkü bir asimilasyon var bir de entegrasyon var. Biz insan olarak asimilasyona karşı insanlarız. İnsanlık hakkı olarak herkesin kendi kültürünü kendi değerini hayatı boyunca yaşaması gerektiğini savunuyoruz. Asimilasyon onu yok etmek, onu yok saymak, onu toplumda ötekileştirmek demek yani Türkiye’de yaşayan bir insanın, bu göçmen olabilir bir öğrenci olabilir hatta kısa süreliğine gelmiş turist bile olabilir Türk kültürünü görmesi gereken bir insan olabilir, bu insanların kendi kültürel değerlerini bizim öncelikle kabul etmemiz gerekir. Bizim kültürümüzde başkasına saygı diye tabir ettiğimiz ötekinin varlığını kabul etmektir. Bunu yok etmeye kalkarsanız bu bir asimilasyon süreci doğurur. Onu yok saymak, onun dilini yok saymak, kültürünü yok saymak, tarihini yok saymak, küçümsemek bu anlamda bir asimilasyon diye tabir ettiğimiz yapıyı ortaya çıkarır. Ancak entegrasyon dediğimiz şey onun burada daha rahat yaşayabilmesi için içinde bulunduğu toplumun kültürünü, değerlerini, tarihini öğrenerek daha iyi bir enerji oluşturması ve buradaki yaşantısının daha kaliteli bir hale gelebilmesi için bunun bir entegrasyon sürecine ihtiyacı var” diye konuştu. AÇMIŞ OLDUĞUMUZ KAPILAR KÜLTÜRÜN KAPILARIDIR Entegrasyonda üstenci bir tavır olmayacağını söyleyen Dr. Ağırakça, ”Üstenci tavır ben en üstünüm, sen düşük bir kültürsün, ben sana beni öğreteceğim sen de bu yok, ben de var, gel benden öğren demektir. Bu şekilde bir entegrasyon süreci yürütemezsiniz. Kapıları iki tarafda ardına kadar açmalıdır. Bu açmış olduğumuz kapılar kültürün kapılarıdır, düşüncenin kapılarıdır, felsefenin kapılarıdır. Karşılıklı birbirlerine girişi sağlamamız gerekir eğer biz bu kapıları ardına kadar açarsak, iki tarafla açarsak arada bir köprü oluşacaktır. Bu köprüyle siz, sizde var olanı sunarsınız. Karşı tarafta kendinde var olanı sunar ve o da bu toplumda bu coğrafyada yaşadığı için onun bu topluma entegrasyonu sağlanır. Bizlerde, Türk toplumları olarak, Anadolu’ya 1071 yılında gelmiş insanlarız. Kendi kültürümüzü belki de Orta Asya’daki kültürümüzü bir kavimler göçü içerisinde, tarihi bir göç içerisinde gelip 1071’de Anadolu topraklarına gelmişiz ve buraya yerleşmişiz. Burada yerleşik bir kültür kurmuşuz. Göçebe kültürden yerleşik bir kültüre geçmişiz. Kendi değerlerimizi kendi o kabile anlayışımızdaki değişimi burada yaşamışız ve bugün bu toprakların efendisi olmuşuz, yöneticisi olmuşuz, sahibi olmuşuz ama aynı zamanda bu topraklarda özellikle Anadolu coğrafyasında çok sayıda farklı kültürlerle beraber yaşamışız. O kültürlerle beraber yönetici güç olduğumuz için, hakim güç olduğumuz için elbetteki ana unsur olmuşuz. bundan doğal bir şey yok. Bu ana unsur oluşumuzla birlikte bizler ne yapmışız? Burada ki kültürel hafızayı etkilemişiz ve bu değerlerimizi oluşturmuştur. Bu çerçevede entegrasyon için sanırım en önemli nokta kapıların açık olması, düşüncenin, karşılıklı saygının, iletişimin, etkileşimin olması” ifadelerini kullandı.      

İSTANBUL, (DHA) - Akdemistanbul Dil Eğitim Kurumları Genel Müdürü Dr. Muhammed Ağırakça, Türkçenin son yıllardaki gelişimi ve kültürel diplomasi faaliyetleri ile ilgili açıklamalarda bulundu. Ağırakça, “Farklı toplumlar üzerinde kamuoyu oluşturma ve bir kültür diplomasisi kuralları çerçevesinde yakınlaşmak bağlamında, Türkçenin bu anlamda ciddi bir ehemmiyet arz ettiğini görüyoruz" dedi.

Dr. Ağırakça, "Özellikle Türkçenin dünya genelindeki yaygınlaşma serüvenine baktığımız zaman 1990'lardan itibaren Türkçenin dünya genelinde bir yaygınlaşma içinde olduğunu görüyoruz. Aslında ülkemiz iktisadi olarak bir refah aldığı dönemde, bir anlamda kültürel refahlaşma da arkasından geliyor. Yani toplumlarda temel ihtiyaçlar tamamlandıktan sonra belki kültür hayatı, sanat hayatı, dil eğitimi ile alakalı çalışmalar dünyada da bir yaygınlaşma arz ettiğini düşünüyorum.  Türkiye'de de ülkenin 1923'te yeniden kurulması, Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş süreci, bir harf inkılabı yaşanması, harf inkılabından sonra dilin yapısının oturması, yaygınlaşması gibi bu tarz kavramlar bu tarz süreçler aslında belki Türkçenin dünya genelinde alfabe olarak da değişimiyle beraber yaygınlaşması yönünde belki bir dönem bir engel oluşturmuştur çünkü yeni bir alfabe, yeni bir edebiyat, yeni dönem Türkçesi. Özellikle 1990'larla birlikte dünyanın dört bir tarafından Türklerin dünyaya da eğitim için gitmeleri, yüksek lisans ve doktora çalışmaları için gitmeleri ile beraber eğitim dünyasında, kültür dünyasında bir “Türkiyeö algısı oluşmaya başladı. Yine bu çerçevede yurtdışından öğrenciler ilk defa bu dönemlerde gelmeye başladı" diye konuştu.

FİLMLER, DİZİLER TÜRKÇENİN YAYGINLAŞMASINDA EN TEMEL ETKİLER

2000'li yıllara geldiğimiz zaman Türkiye'nin  dünyada eğitim sektöründe, kültür dünyasında varlığını görmeye başladıklarını söyleyen Dr. Ağırakça, "Tabii bunu hem Türkçe dil eğitimleri bağlamında düşündüğümüz gibi aynı zamanda Türk kültürü ve Türk edebiyatının yaygınlaşması olarak da düşünüyoruz. Özellikle bizim kamu diplomasisi diye tabir etmiş olduğumuz yani normal diplomasi kanallarımızın dışında, siyasi diplomatik unsurların dışında, halkların birbirleri üzerindeki etkisini kültür ve sanat edebiyat üzerinden, farklı toplumlar üzerinde kamuoyu oluşturma ve bir kültür diplomasisi kuralları çerçevesinde yakınlaşmak bağlamından Türkçenin bu anlamda ciddi bir ehemmiyet arz ettiğini görüyoruz. Yine Türkçenin yaygınlaşması, ivme kazanması özellikle Türkiye'deki yurt dışından Türkiye'ye gelen göçmen bir nüfusun Türkiye'de almış olduğu, karşılık görmüş olduğu karşılama düzeyi ve onların burada kalma süreçleri buraya geliş gidiş trafiklerinin artması, ülkemizin bir anlamda zaten var olan kritik bir jeopolitik durumunun üzerine bunun üzerinden bir yabancı trafiğin eklenmesi ve buradaki gelen trafiğin de doğal olarak Türkçeye kullanması bir aktördü. Yine son olarak belki turizm faktörü söylenebilir. Ülkemiz gerçekten gerek doğal güzellikleri gerek tarihi mekanları ile büyük bir turizm merkezi. Dünyada en çok turist alan ülkeler içerisinde. Artık eskiden sadece turizm olarak görülen şey bugün kültür turizmi ile beraber gelen insanların Türkçe ilgisini de oluşturmaya başladı. Bu da Türkçeye her geçen gün dünya genelinde bir ivme kazandırdı. Birde Türk sinema sektörünün Türk dizi sektörünün dünyada adeta büyük bir trend olması yani bizim 1990'lı yıllardaki Latin Amerika'dan esen rüzgârın, Türkiye özeli ya da dünyaya esen rüzgarın, 2000'li yıllarda Türk sinemasının ve Türk filmlerinin, Türk dizilerinin dünyada yaygınlaşması elbette ki Türkçenin yaygınlaşmasında en temel etkiler" ifadelerini kullandı.

Dr. Muhammed Ağırakça, "Aslında şunu okuyabiliriz yani biz kültürel diplomasi dediğimiz zaman sivil bir alandan bahsediyoruz yani resmi bir kanalla bir diplomasi değil de birbirlerini seven, Türkiye'nin sevdalısı, Türkiye sevgisini kalbinde yaşamış farklı milletlerden insanlar. Biz bugün aslında bunu fiili olarak belki de Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde en fazla yaşadığımız dönem. Zira bakıyoruz Türkiye'de bir afet oluyor, bir deprem oluyor dünyanın dört bir  tarafından insanlar Türkiye için dua ediyorlar, Türkiye için iyi niyet temennilerinde bulunuyorlar, Türkiye'yi seviyorlar, Türkiye'deki olayları takip ediyorlar, Türkiye'deki gelişmeleri takip ediyorlar yani aslında bunların özünde de Türkiye'de okumuş insanlar kendi ülkelerine dönmüş Türkiye bursları denen özel bir imkandan faydalanarak burada okuduktan sonra kendi ülkelerine dönmüş insanların büyük bir katkısını görüyoruz" dedi.

Dr. Ağırakça, "Entegrasyon kelimesini çok önemseyen birisiyim çünkü bir asimilasyon var bir de entegrasyon var. Biz insan olarak asimilasyona karşı insanlarız. İnsanlık hakkı olarak herkesin kendi kültürünü kendi değerini hayatı boyunca yaşaması gerektiğini savunuyoruz. Asimilasyon onu yok etmek, onu yok saymak, onu toplumda ötekileştirmek demek yani Türkiye'de yaşayan bir insanın, bu göçmen olabilir bir öğrenci olabilir hatta kısa süreliğine gelmiş turist bile olabilir Türk kültürünü görmesi gereken bir insan olabilir, bu insanların kendi kültürel değerlerini bizim öncelikle kabul etmemiz gerekir. Bizim kültürümüzde başkasına saygı diye tabir ettiğimiz ötekinin varlığını kabul etmektir. Bunu yok etmeye kalkarsanız bu bir asimilasyon süreci doğurur. Onu yok saymak, onun dilini yok saymak, kültürünü yok saymak, tarihini yok saymak, küçümsemek bu anlamda bir asimilasyon diye tabir ettiğimiz yapıyı ortaya çıkarır. Ancak entegrasyon dediğimiz şey onun burada daha rahat yaşayabilmesi için içinde bulunduğu toplumun kültürünü, değerlerini, tarihini öğrenerek daha iyi bir enerji oluşturması ve buradaki yaşantısının daha kaliteli bir hale gelebilmesi için bunun bir entegrasyon sürecine ihtiyacı var" diye konuştu.

AÇMIŞ OLDUĞUMUZ KAPILAR KÜLTÜRÜN KAPILARIDIR

Entegrasyonda üstenci bir tavır olmayacağını söyleyen Dr. Ağırakça, "Üstenci tavır ben en üstünüm, sen düşük bir kültürsün, ben sana beni öğreteceğim sen de bu yok, ben de var, gel benden öğren demektir. Bu şekilde bir entegrasyon süreci yürütemezsiniz. Kapıları iki tarafda ardına kadar açmalıdır. Bu açmış olduğumuz kapılar kültürün kapılarıdır, düşüncenin kapılarıdır, felsefenin kapılarıdır. Karşılıklı birbirlerine girişi sağlamamız gerekir eğer biz bu kapıları ardına kadar açarsak, iki tarafla açarsak arada bir köprü oluşacaktır. Bu köprüyle siz, sizde var olanı sunarsınız. Karşı tarafta kendinde var olanı sunar ve o da bu toplumda bu coğrafyada yaşadığı için onun bu topluma entegrasyonu sağlanır. Bizlerde, Türk toplumları olarak, Anadolu'ya 1071 yılında gelmiş insanlarız. Kendi kültürümüzü belki de Orta Asya'daki kültürümüzü bir kavimler göçü içerisinde, tarihi bir göç içerisinde gelip 1071'de Anadolu topraklarına gelmişiz ve buraya yerleşmişiz. Burada yerleşik bir kültür kurmuşuz. Göçebe kültürden yerleşik bir kültüre geçmişiz. Kendi değerlerimizi kendi o kabile anlayışımızdaki değişimi burada yaşamışız ve bugün bu toprakların efendisi olmuşuz, yöneticisi olmuşuz, sahibi olmuşuz ama aynı zamanda bu topraklarda özellikle Anadolu coğrafyasında çok sayıda farklı kültürlerle beraber yaşamışız. O kültürlerle beraber yönetici güç olduğumuz için, hakim güç olduğumuz için elbetteki ana unsur olmuşuz. bundan doğal bir şey yok. Bu ana unsur oluşumuzla birlikte bizler ne yapmışız? Burada ki kültürel hafızayı etkilemişiz ve bu değerlerimizi oluşturmuştur. Bu çerçevede entegrasyon için sanırım en önemli nokta kapıların açık olması, düşüncenin, karşılıklı saygının, iletişimin, etkileşimin olması" ifadelerini kullandı.

 

 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER