Uzmanlardan temiz bir dünya için nükleere yatırımın kilit rol oynadığı vurgusu
EkonomiMERSİN, (DHA) - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Demirak, son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerini değerlendirerek, acil önlemler alınmazsa ortaya çıkacak sorunlara ilişkin bilgi verdi. Prof. Dr. Demirak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı’nda (COP28) 20’den fazla ülkenin 2050’de net sıfır emisyon hedefine ulaşılması ve küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılması için yaptığı çağrıyı son derece önemli olarak nitelendirdi. Prof. Dr. Demirak, dünyanın nükleer enerji kaynaklarının 2050 yılına kadar 2020’ye kıyasla üç katına çıkarılmasını öngören bu kritik çağrının temiz bir dünya için kilit rol oynadığını söyledi. Nükleer enerjiye hız verilmesinin, COP28’de kabul edilen Küresel Durum Değerlendirmesinde ’sera gazı emisyonlarında derin, hızlı ve sürekli düşüş’ elde etmenin bir aracı olarak nitelendirildiğini belirten Prof. Dr. Demirak, böylece nükleer enerjinin ilk kez bir COP anlaşmasında iklim değişikliğine yönelik çözümlerden biri olarak resmen açıkça belirtilmesinin önemine dikkati çekti. Prof. Dr. Demirak, “Veriler ve gerçekler, 2050 yılına kadar karbon nötrlüğünün ancak nükleer enerji ile mümkün olabileceğini gösteriyor. Net sıfır hedefine ulaşmak için yenilenebilir enerji ve nükleer enerjiye ihtiyaç var. Düşük karbon salımıyla öne çıkan nükleer enerji, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının yayılmasına neden olmuyor. Ayrıca nükleer enerji, enerji güvenliğine ve elektrik talebinin istikrarına önemli bir katkı sağlaması, güneş ve rüzgâr enerjisinin daha yaygın şekilde kullanılmasına olanak tanıması bakımından vazgeçilmez bir kaynak. Ancak çabaların en üst düzeye çıkarılarak yeni nükleer projelerin hayata geçirilmesini hızlandırmak, bu yöndeki çalışmaları devam ettirmek gerekiyor” dedi. Dünya genelinde yüzyılın en büyük endişe yaratan unsurlardan en önemlilerinin enerji güvenliği ve iklim değişikliği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ahmet Demirak, aralarında ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa’nın da bulunduğu 22 ülkenin COP28 Konferansı’nda ’Nükleer Enerjiyi Üç Katına Çıkarma Deklarasyonu’nu imzalamasının nükleer enerjiye yönelik yatırımların harekete geçirilmesinin önemine işaret ettiğini ve temiz bir dünyaya atılan önemli bir adım olduğunu vurguladı. ”NÜKLEER ENERJİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELEDE KAÇINILMAZ ÇÖZÜM” Nükleerin iklim değişikliyle mücadelenin ’olmazsa olmazı’ olduğuna işaret eden Prof. Dr. Demirak, son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerinin, acil önlemler alınmazsa ciddi felaketlere yol açabileceğinin unutulmaması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Demirak, “Fosil yakıtların sınırlı olması ve yol açtığı küresel ısınmadan kaynaklanan büyük sorunlar bu yakıtların kullanılmasının azaltılması konusunda dünyanın en önemli, belki de tek konsensüsüdür. Karbonsuz ve fosil kaynaklara bağımlığı azaltacak enerji sistemlerinin geliştirilmesi dünyanın geleceği için zaruridir. Yenilenebilir enerji kaynakları, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynasa da hava koşullarına bağlı olmaları, uygun yerlerin bulunmasıyla ilgili yaşanan zorluklar, depolamada ortaya çıkan güçlükler, kurulum aşamasındaki yüksek maliyet gibi sorunları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla nükleer enerji, iklim değişikliğiyle mücadelede ’olmazsa olmaz’ bir enerji kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Tek bir reaktör, büyük miktarda elektrik üretebilir ve sürekli enerji sağlar. Nükleer, enerji talebinin artması durumunda bile istikrarlı bir güç kaynağıdır. Yenilenebilir enerji kaynakları, rüzgârın esmediği veya güneşin olmadığı durumlarda enerji üretme konusunda sınırlamalarla karşılaşabilirken, nükleer enerji bu dalgalanmalara karşı dirençlidir. Nükleer enerjinin bir diğer avantajı da düşük alan gereksinimine sahip olmasıdır. Rüzgâr veya güneş enerjisi santralleri geniş alanlara yayılmış olabilir ancak nükleer reaktörler yoğun bir enerji üretimi sağlayan kompakt tesislerdir. Bu, enerji üretimi için büyük arazi kullanımını en aza indirir, çevresel etkileri azaltır ve doğal habitatları koruma konusunda avantaj sağlar” diye konuştu. “NÜKLEER, SU GÜVENLİĞİNE DE ÖNEMLİ AVANTAJLAR SUNUYOR” Nükleer enerjinin çevre güvenliği açısından da önemli avantajları bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Demirak şunları kaydetti: “Bu teknolojinin kullanılmasının çevre güvenliği açısından avantajları, fosil yakıtlara göre kıyaslanmayacak derecede fazladır, bu bilinen bir gerçektir. Ancak durumu daha farklı bir perspektiften ele alırsak, rüzgâr santrali teknolojisi ile nükleer-yenilenebilir hibrit enerji sistemlerini entegre etmek istiyoruz. Nükleer santrallerimiz, rüzgâr santralleri ve güneş enerjisi için de iyi fırsatlar sunan kıyı bölgelerinde yer alıyor. Bu yaklaşım, ülkemizde çok yakın gelecekte tüm ünitelerle hizmete alınacak Mersin’de inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali için düşünülebilir. Ayrıca nükleerin önemli bir avantajı da tuzdan arındırma işlemine katkıda bulunmasıdır. Bu işlemde deniz suyundaki tuzu ve diğer gereksiz mineralleri buharlaştırmak ve suyu yoğunlaştırmak için nükleer santrallerin yarattığı ısı kullanılmaktır. Söz konusu yöntem, nükleer enerji ile enerji güvenliği sağlamanın yanında, gelecek nesillere yeterli su güvenliği sağlamamıza, içilmesi mümkün olmayan suları temizlemenin alternatif yöntemlerine yönelmemize imkân vermektedir.” Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Rüzgâr Enerji Sistemleri Anabilim Dalı Öğretim Elemanı Dr. Ramazan Özkan da nükleer enerji ve rüzgâr enerjisinin entegrasyonunun enerji portföyünü çeşitlendirebileceğini ve enerji arzının istikrarlı olmasına katkıda bulunabileceğini söyledi. Dr. Özkan, “Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni inşa eden Rosatom’un bu konudaki stratejisi, özellikle dikkat çekici bir örnektir. Nükleer enerji, sürekli ve yüksek kapasiteli bir enerji kaynağı olarak ön plana çıkarken, şirketin rüzgâr enerjisi yatırımları gibi yenilenebilir enerji kaynakları da uyumlu bir şekilde entegre edilebilir. Bu entegrasyonun sağladığı en önemli avantajlardan biri, enerji arzında istikrarın artırılmasıdır. Nükleer enerji, sürekli ve sabit bir güç sağlayarak enerji talebinin temelini oluştururken, rüzgâr gibi dalgalı yenilenebilir enerji kaynakları, değişen hava koşullarına göre esnek bir şekilde uyum sağlayabilir. Bu, enerji talebinin zirve noktalarını yönetmede esneklik sağlayarak enerji güvenliğini artırabilir. Rüzgâr enerjisi yatırımlarının önemi, Türkiye’nin enerji portföyünü çeşitlendirmesi açısından büyük bir stratejik avantaj sunmaktadır. Bu yatırımlar, sadece enerji arzının güvence altına alınmasına değil, aynı zamanda çevresel etkilerin azaltılmasına yönelik küresel çabaların bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu bütünlüklü enerji stratejisi, karbon salınımını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadeleye de önemli bir katkıda bulunmaktadır. Rosatom’un rüzgâr enerjisi pazarındaki büyümesi, sektördeki yenilikleri teşvik eden ve sürdürülebilir enerji dönüşümüne öncülük eden bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu, hem şirketin kendi büyümesine katkı sağlarken hem de Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarına çevresel açıdan sürdürülebilir çözümler sunarak genel enerji sektörüne olumlu bir etki yapmaktadır” ifadelerini kullandı. Hem nükleer enerji hem de rüzgâr enerjisinin, düşük karbon salınımıyla çevre dostu enerji seçenekleri olduğunu belirten Dr. Özkan, “Rüzgâr enerjisi, doğrudan karbon emisyonu olmadan elektrik üretebilir ve sürdürülebilir bir enerji kaynağıdır. Nükleer enerji ise atmosfere sera gazı salınımı yapmadan büyük miktarda enerji üretebilir. Bu teknolojiler, fosil yakıtlara dayalı enerji üretimine kıyasla atmosferdeki sera gazı salımını önemli ölçüde azaltabilir, böylece iklim değişikliğiyle mücadeleye olumlu bir katkı sağlayabilir” dedi.
MERSİN, (DHA) - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Demirak, son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerini değerlendirerek, acil önlemler alınmazsa ortaya çıkacak sorunlara ilişkin bilgi verdi. Prof. Dr. Demirak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı'nda (COP28) 20'den fazla ülkenin 2050'de net sıfır emisyon hedefine ulaşılması ve küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılması için yaptığı çağrıyı son derece önemli olarak nitelendirdi. Prof. Dr. Demirak, dünyanın nükleer enerji kaynaklarının 2050 yılına kadar 2020'ye kıyasla üç katına çıkarılmasını öngören bu kritik çağrının temiz bir dünya için kilit rol oynadığını söyledi.
Nükleer enerjiye hız verilmesinin, COP28’de kabul edilen Küresel Durum Değerlendirmesinde 'sera gazı emisyonlarında derin, hızlı ve sürekli düşüş' elde etmenin bir aracı olarak nitelendirildiğini belirten Prof. Dr. Demirak, böylece nükleer enerjinin ilk kez bir COP anlaşmasında iklim değişikliğine yönelik çözümlerden biri olarak resmen açıkça belirtilmesinin önemine dikkati çekti.
Prof. Dr. Demirak, “Veriler ve gerçekler, 2050 yılına kadar karbon nötrlüğünün ancak nükleer enerji ile mümkün olabileceğini gösteriyor. Net sıfır hedefine ulaşmak için yenilenebilir enerji ve nükleer enerjiye ihtiyaç var. Düşük karbon salımıyla öne çıkan nükleer enerji, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının yayılmasına neden olmuyor. Ayrıca nükleer enerji, enerji güvenliğine ve elektrik talebinin istikrarına önemli bir katkı sağlaması, güneş ve rüzgâr enerjisinin daha yaygın şekilde kullanılmasına olanak tanıması bakımından vazgeçilmez bir kaynak. Ancak çabaların en üst düzeye çıkarılarak yeni nükleer projelerin hayata geçirilmesini hızlandırmak, bu yöndeki çalışmaları devam ettirmek gerekiyor" dedi.
Dünya genelinde yüzyılın en büyük endişe yaratan unsurlardan en önemlilerinin enerji güvenliği ve iklim değişikliği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ahmet Demirak, aralarında ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa'nın da bulunduğu 22 ülkenin COP28 Konferansı'nda 'Nükleer Enerjiyi Üç Katına Çıkarma Deklarasyonu'nu imzalamasının nükleer enerjiye yönelik yatırımların harekete geçirilmesinin önemine işaret ettiğini ve temiz bir dünyaya atılan önemli bir adım olduğunu vurguladı.
"NÜKLEER ENERJİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELEDE KAÇINILMAZ ÇÖZÜM"
Nükleerin iklim değişikliyle mücadelenin 'olmazsa olmazı' olduğuna işaret eden Prof. Dr. Demirak, son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerinin, acil önlemler alınmazsa ciddi felaketlere yol açabileceğinin unutulmaması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Demirak, “Fosil yakıtların sınırlı olması ve yol açtığı küresel ısınmadan kaynaklanan büyük sorunlar bu yakıtların kullanılmasının azaltılması konusunda dünyanın en önemli, belki de tek konsensüsüdür. Karbonsuz ve fosil kaynaklara bağımlığı azaltacak enerji sistemlerinin geliştirilmesi dünyanın geleceği için zaruridir. Yenilenebilir enerji kaynakları, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynasa da hava koşullarına bağlı olmaları, uygun yerlerin bulunmasıyla ilgili yaşanan zorluklar, depolamada ortaya çıkan güçlükler, kurulum aşamasındaki yüksek maliyet gibi sorunları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla nükleer enerji, iklim değişikliğiyle mücadelede 'olmazsa olmaz' bir enerji kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Tek bir reaktör, büyük miktarda elektrik üretebilir ve sürekli enerji sağlar. Nükleer, enerji talebinin artması durumunda bile istikrarlı bir güç kaynağıdır. Yenilenebilir enerji kaynakları, rüzgârın esmediği veya güneşin olmadığı durumlarda enerji üretme konusunda sınırlamalarla karşılaşabilirken, nükleer enerji bu dalgalanmalara karşı dirençlidir. Nükleer enerjinin bir diğer avantajı da düşük alan gereksinimine sahip olmasıdır. Rüzgâr veya güneş enerjisi santralleri geniş alanlara yayılmış olabilir ancak nükleer reaktörler yoğun bir enerji üretimi sağlayan kompakt tesislerdir. Bu, enerji üretimi için büyük arazi kullanımını en aza indirir, çevresel etkileri azaltır ve doğal habitatları koruma konusunda avantaj sağlar" diye konuştu.
“NÜKLEER, SU GÜVENLİĞİNE DE ÖNEMLİ AVANTAJLAR SUNUYOR"
Nükleer enerjinin çevre güvenliği açısından da önemli avantajları bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Demirak şunları kaydetti:
“Bu teknolojinin kullanılmasının çevre güvenliği açısından avantajları, fosil yakıtlara göre kıyaslanmayacak derecede fazladır, bu bilinen bir gerçektir. Ancak durumu daha farklı bir perspektiften ele alırsak, rüzgâr santrali teknolojisi ile nükleer-yenilenebilir hibrit enerji sistemlerini entegre etmek istiyoruz. Nükleer santrallerimiz, rüzgâr santralleri ve güneş enerjisi için de iyi fırsatlar sunan kıyı bölgelerinde yer alıyor. Bu yaklaşım, ülkemizde çok yakın gelecekte tüm ünitelerle hizmete alınacak Mersin'de inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali için düşünülebilir. Ayrıca nükleerin önemli bir avantajı da tuzdan arındırma işlemine katkıda bulunmasıdır. Bu işlemde deniz suyundaki tuzu ve diğer gereksiz mineralleri buharlaştırmak ve suyu yoğunlaştırmak için nükleer santrallerin yarattığı ısı kullanılmaktır. Söz konusu yöntem, nükleer enerji ile enerji güvenliği sağlamanın yanında, gelecek nesillere yeterli su güvenliği sağlamamıza, içilmesi mümkün olmayan suları temizlemenin alternatif yöntemlerine yönelmemize imkân vermektedir."
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Rüzgâr Enerji Sistemleri Anabilim Dalı Öğretim Elemanı Dr. Ramazan Özkan da nükleer enerji ve rüzgâr enerjisinin entegrasyonunun enerji portföyünü çeşitlendirebileceğini ve enerji arzının istikrarlı olmasına katkıda bulunabileceğini söyledi.
Dr. Özkan, “Akkuyu Nükleer Güç Santrali'ni inşa eden Rosatom'un bu konudaki stratejisi, özellikle dikkat çekici bir örnektir. Nükleer enerji, sürekli ve yüksek kapasiteli bir enerji kaynağı olarak ön plana çıkarken, şirketin rüzgâr enerjisi yatırımları gibi yenilenebilir enerji kaynakları da uyumlu bir şekilde entegre edilebilir. Bu entegrasyonun sağladığı en önemli avantajlardan biri, enerji arzında istikrarın artırılmasıdır. Nükleer enerji, sürekli ve sabit bir güç sağlayarak enerji talebinin temelini oluştururken, rüzgâr gibi dalgalı yenilenebilir enerji kaynakları, değişen hava koşullarına göre esnek bir şekilde uyum sağlayabilir. Bu, enerji talebinin zirve noktalarını yönetmede esneklik sağlayarak enerji güvenliğini artırabilir. Rüzgâr enerjisi yatırımlarının önemi, Türkiye'nin enerji portföyünü çeşitlendirmesi açısından büyük bir stratejik avantaj sunmaktadır. Bu yatırımlar, sadece enerji arzının güvence altına alınmasına değil, aynı zamanda çevresel etkilerin azaltılmasına yönelik küresel çabaların bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu bütünlüklü enerji stratejisi, karbon salınımını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadeleye de önemli bir katkıda bulunmaktadır. Rosatom'un rüzgâr enerjisi pazarındaki büyümesi, sektördeki yenilikleri teşvik eden ve sürdürülebilir enerji dönüşümüne öncülük eden bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu, hem şirketin kendi büyümesine katkı sağlarken hem de Türkiye'nin enerji ihtiyaçlarına çevresel açıdan sürdürülebilir çözümler sunarak genel enerji sektörüne olumlu bir etki yapmaktadır" ifadelerini kullandı.
Hem nükleer enerji hem de rüzgâr enerjisinin, düşük karbon salınımıyla çevre dostu enerji seçenekleri olduğunu belirten Dr. Özkan, “Rüzgâr enerjisi, doğrudan karbon emisyonu olmadan elektrik üretebilir ve sürdürülebilir bir enerji kaynağıdır. Nükleer enerji ise atmosfere sera gazı salınımı yapmadan büyük miktarda enerji üretebilir. Bu teknolojiler, fosil yakıtlara dayalı enerji üretimine kıyasla atmosferdeki sera gazı salımını önemli ölçüde azaltabilir, böylece iklim değişikliğiyle mücadeleye olumlu bir katkı sağlayabilir" dedi.
İlginizi Çekebilir